Sunday, December 13, 2009

Biggest Loser

Reality sovu manyaa olmus guzel ve yalniz ulkem acaba ne zaman bu programin Turk versiyonuna kavusacak? Heyecanla bekliyorum.. gaza geliyorum!
buyurun programin web sitesine:
BIGGEST LOSER




Thursday, December 10, 2009

Feliz Navidad, Merry Xmas...

Arkadaslarimin bloglarina giderek daha az girip bakiyorum. Soyle bir kac ay kadar once gunde iki defa'ya kadar cikartmistim bu bloglardan arkadas takibi isini. Okulda odama girer girmez baslayamiyorum ilmi, akademik islere. Once bir emaillere bakiyorum ve icimden gelenlerden bir demetine cevap verip digerlerini sonraya salliyorum. Daha sonra da, once facebook'a sonra da arkadaslarin bloglarina daliyorum. Halbuki takip etmek diye birsey var. Yeni birsey yazdiklarinda sana haber gelsin ne olacak da hergun bakiyorsun. Hepi topu 4-5 blog zaten.

Bloglarina bakmak fotograf albumlerine bakmak gibi. Ozledikce bakiyorum. Ote yandan onlari ozledikce facebook'a bakmiyorum ama. Standardlasma yuzunden olmali. Facebook'ta newsfeed kismina bakip geciyorum.

Gunde yaklasik bir 3-4 saatimi bu email facebook, blog ve gazete okumaya ayirdigimi soyleyebilirim. Bir yandan hosnut degilim bu isten bir yandan da bu 3-4 saati 12 saatlik bir sureye yaydigim icin toparlayamiyorum. Yani 1 saat bir is yapacaksam 5'er dakikalik 4-6 ve civarinda mola veriyorum. Yani bir saatlik masa basinda oturmanin yarisi heba!

Evet felaket verimsiz, uzun saatler! Okuldaki bana ait ofisimde yalniz sandalyeme hop oturup hop kalkmakla geciyor. Bazen yeniden ise donmemek icin icimden dua ediyorum blogsever arkadaslardan bir tanesi dokunakli birsey yazsin. Ben de is yasamimdan 10 dakika calayim, yerimden silkelenip kalkayim harekete geceyim istiyorum. Arkadaslarim da soyle boyle asagi yukari komsi komsa benim gibiler sanki... en cok yazani 4-5 gunde bir yaziyor...

Bazen aylar geciyor yazmiyorlar. Ben yine de hergun bir girip bakiyorum. ... Baktigimi zannediyordum desem daha iyi olacak. Taa ki bugune kadar.

Ne oldu anlamadim. Bugun farkettim 7-8 gun gecmis kimsenin bloguna bakmamisim. Facebook'a da ayni sekilde. Sadece ilkokuldan beni bulan cesit cesit insanlari eklemek disinda, bir Katalan hocayla Barselona'daki universitelerde Katalanca egitim olsun mu olmasin mi diye tartismisim. son zamanda. Burada da da mailler friend requestler birikmis.

Uc bes sebebi var. Bir tanesi - ki bence en omenlisi- ben kendimi diziye filme verdim. Dusunmuyorum hicbirseyi. Dizidekilerin filmdekilerin hallerine uzulup gundelik yasamimi otomatiklestiriyorum. Sagolsun HULU. Super bir web sitesi. Her hafta bana 7-8 tane dizinin yeni bolumlerini gonderiyor haftanin sonunu bulmadan hepsini bitiriyor ve pazartesiyi sabirsizlikla bekliyorum.

Hic secici degilim bu dizi konusunda. Hele bugun hic degilim. Disarda heryer bembeyaz uyandim. Evin icinde islik calan bir ruzgar. Yorganlarin yastiklarin arasindan zor kalktim. Air Berlin yazan ucak battaniyesini romali sezar gibi dolanip sarinip mutfak penceresinden bahceye baktim. Pencerenin kenarinda bir ayrik var. Oraya kagit havludan bir parca koparip deligi tikadim. Disarisi bembeyaz aydinlik soguk...

Sicak bir sutlu kahve, emaillere bak bir yandan... hah. .. 6 aydir editorden bekledigim haber gelmis. 1 haziran'da gondermistim kendilerine. Nedense birkac gundur Radikal gazetesinde de kose yazari olarak gorunmeye baslayan Harvard profesoru Dani Rodrik yazmis. "Makalenizde potansiyel gorduk, uzunca inceledik degerlendirdik , hakemlerin gorusu assagida ancak uzgunlukle bildiririz ki yayinlayamayacagiz".

Oyle uzulemedim. Daha once de ayni makale 7 ay baska bir dergide beklemisti. 2006 da baslayip 2007'nin sonunda bitirdim. 2010'a geldik... Ne anlami var artik zaten... Cok da dusunmedim ustunde. Ama uzulmedim de... Zaten heyecanla birkac gundur yeni kesfettigim, giderek ucuz bir soap opera halini alan " What About Brian?" dizisini " continous play" seklinde koydum. Kendime peynirli domatesli tost yaparken dizideki 30'lu yaslarda birbirlerine hayati dar eden sexi hatunlar geri zekali adamlarin dunyasina elimdeki sutlu kahveyle ve tostla daldim. 3 bolum izledim.

Oglen 12 oldu.

Bu saatlerde gidiyorum ben 1 yildir ofise, sekreterer hocalar ogrenciler bilir. Kimse yadirgamiyor. Ben de ... sabahlari evden cikamiyorum. Istanbul'daki isimi de sorduklarinda bu yuzden biraktim diyorum. Hatirlamiyor insan sebeplerini ama Akademik kariyeri secmemde en buyuk etken bu sabah halim. Cikasim gelmiyor hicbir sekilde. 9 bile uyansam 12.00 de ancak cikabiliyorum evden. Dus aliyorum, kahvalti yapiyorum, kahvalti yaprken bir dizi izliyorum.
Family Guy olabilir bu veya American Dad. Ozellikle onlar sabahlari iyi geliyor.

Dramatik seyleri gece eve dondugum saatlere birakiyorum. Pijamalari giyerken yemek icin birseyler hazirlayip yataga girerken dramatik seyler iyi geliyor. Heroes, Fringe, Flashforward, Whitecollar her hafta izledigim aksiyonlu diziler. Bunlar sabah da olur aksam da. Desperate Housevives, Sali gunleri ogle tatilimin keyfi... The legend of the seeker'sa hafta sonunda ortada dizi kalmayinca izledigim birsey anlamiyorum. Yaratiklar, buyuculer, Seeker , Mother Confesar gibi seyler var. Dunya'yi ele gecirmek isteyen karanlik gucler filan... Karmasik geliyor ama yine de geldim 10. bolume.

Kendime guzel bir aksam yemegi ziyafeti cekeceksem, kesinlikle "It's Always Sunny in Philadelphia" ile cekiyorum. Dizilerimin pedersahi... Bitmesin diye az az yiyorum. iki hafta zor sabredip iki bolum birden izliyorum.

Neyse ofise oglen 12 de giden ben aksam 5'ten sonra kimse kalmayan, ufak, ev gibi binamizda hemen her gece 12'ye kadar kaliyorum. In cin top oynuyor. Bagir cagir, fotokopi cek cay yap kendine. Aksam yemegini telefonla istiyorum. Ya pizza ya falafel ya french omlett. Isin kilo ve gobek kismiyla ilgili hislerimi daha once yazmistim. Zorlaya zorlaya uc bes is yapip cevaplamadigim mail kalmamasina ugrasiyorum.

Ama bu arada aksam 8 de bir mola verip okuldaki odamda aksam yemegini yerken bir dizi bolumu daha izliyorum...

Iste bu IVY LEAGUE dedigimiz yerlerde arastirma ve akademisyenlik boyle yapiliyor. Buradan ifsa etmis olayim.

Yazdiklarima geri donup bakmadan otomatige baglamis gibi yaziyorum su dakikalarda. (Ne kadar blog yazma isini sevmesem beceremesem de estetik kaygilarim hala var.) Bu postanin amaci tipik bir gunumu anlatmak degildi. Hatta buraya posta koymak da bana diger akademik isler kadar hergunku sorumluluk gibi geldigi icin elimin ucuyla idare ediyorum bu blog isini.

Uzatmayayim, bunun amaci aslinda cok da tipik olmayan bir gunumu anlatmakti. Bugun sabah evden cikmak icin kendimle her zamankinden cok daha fazla mucadele ettim. Zaten gune oyle hos olmayan iki surprizle basladim. Makalem reddedilmisti ve kar yagmisti. Bugunu tatil ilan etmeyi coktan hakettim ben dedim. Halbuki hakikat oyle mi? Ogrenciler ders notlarini websitesine yuklememi bekliyor dunden beri. Beklesinler.... Dunya Bankasi'dan yazdilar orada sundugum makalemi bitirim gondermem gerekiyordu gectigimiz pazartesi hala gondermedim, merak ediyorlar bir an once bitirip gondermek lazim. Onlar da beklesinler... Beraber proje yaptigim hocadan kendi islerime bakabilmek icin 1 ay izin almistim dun dolmus hatirlatti. Bugun benimle konusmak ister... O da beklesin...

Herkes beklerken ben bugun arka arkaya 6 tane bolum izledim bu sacma sapan diziden.. Bir turlu dus alamadim, hazirlanamadim evden cikamadim. Tam gucumu toplayacagim telefon geldi.. Daha sonra, bari yemek yeyip oyle cikayim dedim. Sabah 10 da uyanip ogleden sonra 3 oldu evden cikamadim. Artik daha guzel bir bahanem de vardi. Bu saatten sonra gidip ne yapacaksin otur evde calis dedim? Tuh eve de calisacak birsey getirmemisim. O zaman 3-4 bolum daha izleyeyim su dizilerden... Boyle boyle devam ettim. Su anda gecenin 1'i. Guya erken yatar ertesi gun farkli baslardim bu sabah ki dusunceme gore. Erken de degil artik.

Zihnen ruhen en bos oldugum, hic birseyi 2-3 dakikadan fazla dusunmedigim bir donem geciriyorum. Bir kac aydir boyle. Uzuntum de sevincim de. cok kisa suruyor... Sevindigim seyler de oldu hakkini yemeyeyim. Dun mesela Sage yayinevinden arayip bana toplam degeri 1000 dolari bulan bir hediye vermeyi dusunduklerini soylediler. Yayinevi katalogundan istedigim kitaplarin listesini sordular.. Taa yazin onlar icin yaptigim bir projenin tesekkuruymus.. Listeyi gonderdim, bakalim bana istedigim kitaplari gonderecekler mi? Gerci 3 dakika sonra sevincimi de unuttum..

Dizileri izlemeye daldim.

Saniyorum hayatta en kolay sey baskalarinin hayatlarini izlemek ve onlar uzerine dusunmek. Kendi hayatim uzerine dusunmek, karar almak, vermek vazgecmek, guc toplamak iki uc gun deli gibi kosturup dort bes gun yorgunluk kahvesi icmek... Bunlar kolay seyler degil. Baskalari icin ahkam kesmek daha kolay. Maliyeti yok.

Gecenin biri oldu su anda. Sabahtan beri gidip bir dus alayim diyorum. Yatmadan once alir rahat uyurum demeye baslamistim. Sonra da su aklimdakileri yazayim da ondan sonra dus alirim demeye basladim.

Ozetin ozeti Abbas guclunun dedigi gibi: Bugun arkadaslarimin bloglarina ne zamandir girmedigimi farkettim. Zeki muren arkadasim birseyler yazmis... cok dokunakli seyler... Izledigim dizilerden daha farkli sekilde dokunakli... Benden cok daha kisa bir kac carpici cumleyle hissettigimiz bir suru seyi ozetlemis izah etmis. Tanidigim, sevdigim, ozledigim de biri. Senaryo/dizi karakteri degil... Yine de baskalarini hayatlarini, hissettiklerini izlemek daha kolay. Kendimi mi dinleyip sorgulayacagim? Zor is kolay baslanmaz ona.

Arkadasim "attigimiz adimlara durup durup bakmamali" demis. "yuruyemez olursun". Dusunmeden adim atmaya devam et.

Ben ki yeni aldigim tartiya sabah kalkinca bir cikiyorum aksam yatmadan bir cikiyorum. Hergun yaptigim islerin listesine 2 cizik atabilmek icin ugrasiyorum. Sonra da listeye yeni iki sey daha eklemek icin. Ozgecmisimi 6 aydir guncellemedim biriksin biriksin birseyler yazarim diye. Her gunum her dakikam birseyleri saymakla ve cogunlukla da kendimle mucadele ile geciyorken....vesaire vesaire. Sanirim attigim ufak adimlar onlarin dogurdugu, hic de gurur duymadigim ufak tefek siradan oduller... elimde kalan -olan tek sey...

Durup durup onlari saymazsan ne isle mesgul olacaksin ki? Dus alip, dizi mi izleyeceksin?


Haydi bana iyi geceler. Size de gunaydin mi denir? Sizin oralarda tam da su saatlerde Istanbul trafigi hareketlenmeye baslamistir. Sogukta isine gitmek isterken gozleri yasaran daha sonra da hallerine uzulen insanlar gezmeye baslamistir sokaklarda.

Bir 22 yasinda kravatli denetim elemani da plazalardaki sirketlerden birinde musterilere ve patrona gorunmeden tuvalate gidip, koleztin ustunde bir 15 dakika da uyumanin hayalini kuruyordur sabah sabah...

Sunday, November 22, 2009

100 e 5 kala

Beni taniyanlar bilir. Hayatim boyunca bircoklarina nazaran cok degistim. Hayat goruslerim cok degisti, yasadigim yerler, bransim ve meslegim, doktora tezim su bu... hepsini cok degistirdim. Ama hic birine su 95 kilo olusuma sasirdigim kadar sasirmadim sanirim. Haftalardir bir tuhaf geliyor... Sabah aksam tartinin ustundeyim.

Ben eskiden beri beni yemek yerken izleyen insanlara sikinti verirdim. Universite yillarini 76-77 kiloda gecirip cok zayif olmamdan duyulan sikayetleri dinledim. Daha sonra Turkiyey'i 190 boy ve 79 kilo olarak terkettim. Ispanya'dan ise 7 yildan sonra ancak 5 kilo artis ile 84 kilo seklinde ayrildim.

Bugun itibari ile sadece bir yil 2 aydir buradayim ve 95 kiloyum! Bir yilda 10 kilo almisim!

Neyseki bir iki aydir bu kilo civarindayim, artmiyorum azalmiyorum, uzulmuyorum. Sasirip guluyorum, alismadigim bu duruma. Daha dogrusu "guluyordum".

Taa ki gectigimiz pazartesi Pazartesi New York'a alis verise gidene kadar: Ilk defa bazi markalarin en buyuk beden pantolonlari olmadi, en buyuk ceketleri dar geldi.. Giydigim gomlekler gobegi saklayamaz oldu... 3 saat gezip bana olan hicbirsey olmamasina sasirdim kaldim. Magazalardaki aynalar dusman oldu. Taniyamadim kendimi. Derken sears magazasina girdim. Buyuk siyah bir esofman alti aldim 10 dolara. Onu giydim bugun okula oyle geldim. Dunya varmis dedim. Boylece "I'm successfully fitting in here" dedim.


Saturday, October 24, 2009

Insaat nedeniyle gecici olarak kapaliyiz....

Wednesday, October 21, 2009

Acik Toplum

Bugun 2 saat ders anlattim. Ardindan ogrencilerle 2 saat gayfe icip muhabbet ettik . Ardindan 2 saat "Experimental Methods in Social Sciences" hakkinda 4 unlu professorun munazarasini izledim. Cok Cok sevdim... Mest oldum jest oldum. Ardindan 2 saat Hakan Altinay'la tanisma amacli aksam yemegi yedim. Bugunku yazimizin ana mevzusu ise bu iki saatlik yemek hakkinda sayin seyirciler...

Evet, bu aksam Acik Toplum Vakfinin baskani Hakan Altinay ile aksam yemegi yedik ben ve 4 Turk arkadasla daha beraber. Cok sempatik adammis. Hemen politika mevzularina hizla daldik. Acik Toplum Enstitusu nedir diye bir soru sordu arkadasim Hande. Kendisi de " Demokrasiyi yayma amacli" kurulmus bir vakif dedi. Bilmeyenler buradan buyursun. Sonracima, Kibristir, Soros Vakfindan gelen kaynaklaridir, AK Parti, Turkiye de mahalle baskisi... falan filan. daldik mevzulara. Hic birinin icinden cikilacak gibi degildi. Kendisi, genc, sabirli, dikkatli ve sempatik/ gulerek konusan birisi. Sahsini pek sevdik ama otesi de yok. Sanki ikna olmamiz lazimmis ama o bizi ikna edememis gibi oldu... Anlamadim.

Bu aksam yemeginden 5 sonuc cikarttim.

1. Ozetle: Turkiye, hemen her alanda koyun olmadigi icin keciye Abdurrahman celebi diyenlerin cok bulundugu bir yer.

2. 5 kisilik bir aksam yemeginde konusulan konularin derinligini, enteresoganligini kulturel/sosyal derinligi/zekasi en az olan insanin duzeyi belirliyor. "Ortalama" degil "Minimum" onemli yani.

3. Bu minimum zeka/algilama/kultur duzeyinde siyaset, ekonomi ve sosyoloji muhabbeti yapmak bir iskence; zekaniza hakaret edildigini hissediyorsunuz. Daralip bunaliyorsunuz... Onu bunu bosver de su filmi izlediniz mi muhabbeti de kurtarmiyor. Hakan Altinay da isteyerek veya istemeyerek Kibris, AB bilmem ne konularini iyice basite indirgeyerek ilkokul duzeyinde ogrencilere bile verilmeyecek ornekler verince, adamin butun sevimliligine ragmen tahammul edemedim butun konusulanlara ... Bu da demek oluyor ki giderek babama benziyorum.

4. Turkiye'de de yurt disinda da hersey "networking" ile yuruyor. Ama sanirim buTurkiye'de cok daha bir acayip boyutta. Aksam yemekte duyduklarima sastim kaldim. Ama sasmamak lazim cunku zaten bakiniz madde 1.

5. Italyan restaurantlari her yerde her zaman beni memnun ediyor, menude her zaman guzel bir iki sahane sey oluyor.

2 saatlik aksam yemeginden sonra ofise geldik 2 saat daha calistim, ogrencilere midterm sorulari hazirladim. Sonra eve geldim, sabahin 4'u olmus buna ragmen 2 saattir internette takiliyorum hala...

Haydi iyi geceler.... 2 saat uyuyup uyanacagiz nasil olsa...
Bugun yine yogun bir gun yepyeni maceralara yelken acacaz...

Saturday, October 17, 2009

Monday, October 12, 2009

Zehra Bilir - Çek Deveci Develeri

Bugunun son sarkisi , Konya Turkusu

Atlas Sound - Holiday

From the sister band of deerhunt

Deerhunter - Nothing Ever Happened

Great Song... I have been listening this over and over again!

Friday, October 9, 2009

Future work!

I learned about it today. My friends told me that according to offical statement of the Nobel comitte it was supposed to be an "advance payment" for his future contributions to world peace.
Then, this afternoon I saw this beautiful blog entry by famous economist Gregory Mankiw:

Read this Associated Press article first. It is about the committee members admitting that he hasn't done anything yet (but he will)

Associated Press

And from MANKIW's BLOG:

First-Year Grad Student Wins Nobel Prize in Economics!

Pfuffnick's Nobel Economics Prize triumph hailed by many

LONDON — The surprise choice of first-year graduate student Quintus Pfuffnick for the Nobel Prize in Economics drew praise from much of the world Friday even as many pointed out the youthful economist has not yet published anything in scholarly journals.

The new PhD candidate was hailed for his willingness to tackle difficult problems, his commitment to improving the economic system, and his goal of bringing efficiency and equality into harmony.

Professor Paul Krugman of Princeton, who won the prize in 2008, said Pfuffnick's award shows great things are expected from him in the coming years.

"In a way, it's an award coming near the beginning of the first year in grad school of a relatively young economist that anticipates an even greater contribution towards making our economy a better place for all," he said. "It is an award that speaks to the promise of Mr Pfuffnick's message of hope."

He said the prize is a "wonderful recognition of Pfuffnick's essay in his grad school application."

Wednesday, October 7, 2009

hesap kitap

Yaklasik bir aydan fazladir yine cok calisiyorum. Insanliktan ciktim:

Haftada 3 Saat ders anlatiyorum
Yaklasik 8 saat ona hazirlaniyorum.
5 aksam yemegini disarda yiyorum.
4 gece sabahliyorum calisarak.
Haftalik5 dizi izliyorum (Fringe, Heroes, Greek, Aski-Memnu, Flash Forward-> yeni ve super!).
Gunde 2 buyuk bardak kahve iciyorum.
Haftada 2 seminer/ workshopa katiliyorum.
Haftada yaklasik bir 500- 600 sayfa civarinda akademik materyal okuyorum.
Haftada 7 kere dus aliyorum.
Sadece 4 sabah kahvalti yapiyorum.
Haftada 0.5'ten az ev temizligi yapiyorum.
Haftada ortalama 20 sayfa ingilzce metin yaziyorum (Ders notlari, journal reviewlari, resmi emailler, ve bitirmeye calistigim son paper!)
Haftada 5 gece gece yarisindan sonra eve bisikletle bos sokaklarda hiz yaparak geliyorum.
Bu hafta 5 kere bu bloga yazdim.

Yoksa deli olmak mumkun zira
kimseyle konusmaya konusmaya
Gracias a la vida!

deyip bitireyim o zaman.

Monday, October 5, 2009

Too much trivia will kill you

Name on it: Trivia! Things that are trivial...

Kafa degil populer kultur coplugu... Yarisiyoruz adeta kim daha cok bilecek ivir zivir hakkinda...

Kulturlu insan boyle olunur ya.

Sunday, October 4, 2009

Capitalism: A love story


I just saw the movie today. I went to the movie theater with a bunch of people from my department. All academics: sociologist, ethnographers... etc. First of all, I loved it. Great movie , speaks to masses... At times, I got excited... then I got emotional and moved by the individual stories. In sum, I spent a great two-hours time watching this movie.

I have the feeling that most academic people around me were in general pretty critical to Michael Moore and his personality. I agree that he often becomes sensationalist; he alienates mainstream American viewers or he exaggerates things... etc. But there are also a lot of truth, a lot of interesting information in his movies. Above all, there's definitely much to learn from his movies about the American Society. In this respect, this one is definitely one of the good ones. Besides his movies are funny! Yes, pretty funny!

Moreover, I think this movie was a nice tool to test whether people are sincere with their sympathy towards the poor people. It made me understand that it is an important quality to be able to get moved by those sad stories: i.e. bankruptcies of elderly, families loosing homes or companies earning money out of a death of a worker. I was a little annoyed (may be unfairly so) to see my friends making a cold intellectual critique of the movie during those scenes. And I was further surprised to hear them admitting that they did NOT have much sympathy to the people who were victims of mortgage crisis. I couldn't discuss their reasons with them because I was feeling an emotional hangover right after the movie. It was hard for me to talk about it at a much colder and an analytical level at that moment...

But I am able to do it now :) First of all, I agree with my friends: I am annoyed to see that Michale Moore offers no real solution in his movies. He invited people to join him at the end of the film today but he doesn't clarify "for what" people should be joining him. The only overall solution he suggests against the capitalism is a EU style welfare state. In other words a "welfare capitalism". What is more, he portrays Obama as the initiator of the change in such direction. It was obvious from the movie that Michael Moore considers him as a hero.

I think there hasn't been a major transformation in the financial system since the crisis came out. Neither has been since Obama is in charge. There are still extremely complicated financial instruments, operations taking place in the banking industry. We even didn't have a big paradigm shift in the way we teach economics or in the way we understand market economy after this crisis. And EU welfare states are not doing greatly better in times of crisis either. Yes, it is true that welfare states help to reduce individual life risks, such as sickness and unemployment... etc., but 17% unemployment in Spain or 12% in Germany is also a huge problem. It is even a bigger problem when you break them down into the population subgroups such as native Europeans versus immigrants. In some EU countries unemployment rate among immigrants are much above 20%. Welfare state becomes increasingly a "big brother" in Europe and a control mechanism which is important to discuss and which is also an expected result of capitalism. Of course it is understandable that there is no need to get into a deeper debate of regulation and welfare states in such a movie..

Another surprising thing was after so much evidence about concentration of wealth in the hands of 1%, I am surprised to see that he doesn't talk about the importance of a "wealth tax" that is "just" and significant! Not an income tax that is unconstitutional!

I am also disappointed with the fact that he treats Democracy as an invisible hand that can correct many of those problems generated by the capitalism. So, bring democracy to the organizations, congress, central banks; you will have less crisis or less tragedies. Is this what we are supposed to take out of this movie? If so, I am not sure about it...

But overall, who cares about all? A number of important good messages delivered in the movie. Get organized! Question big corporations! They are run buy human being and open to all kinds of manipulations. Stay away from banking system! Vote! Fight for your rights and for your neighbor's rights! And the guys like Bush who monopolizes Christianity are actually acting against what Jesus has commanded. So don't believe them.

I re-iterate: I spent a great time in there! I care about individual stories... and I like Micheal Moore. I think we could have been good friends if he lived in New Haven.

Saturday, October 3, 2009

Mercedes Sosa, una voz hermosa!


Se ha muerto hoy! Curiosamente sin saber de que ella estaba enferma, hace una semena descrubri su CD de nuevo dentro de mi archivo... De hecho hoy por la manana, en el post de abajo he colgado una cancion suya (TODO CAMBIA)... Es una gran tristeza y gran perdida... Es una de las cantantes que he escuchado mas en los ultimos dos anos.... Cry for her Argentina!

***
She died today. Strangely, I have been listening her again every morning for almost 10 days now. And this morning, I posted the song below without knowing that she was already in the hospital. She was the singer of my saddest and happiest moments here in New Haven.


So here's another song from her for all my friends from Argentina

Degismeyen Tek Sey Degisimin bilmemnesidir...

Everything changes.

Streets, buildings, landscapes

Friends, values, fashion...

And I change in this far far land...

Here's Mercedes Sosa explains how:

Sunday, September 27, 2009

iki siir birden...

Pismanlik

Az once hepsi öldü,

Carşaf gordu, yatak gördü.

Korkarim bu ev, su sokak

Görmese de yüzümden,

Olanlari okuyacak.

Saat lamba dolap neyse.

Bir yanim arsiz, digeriyse

Utancindan bitap düştü.

Tanikligi kalbe tasa;

Basucumdaki kitap küstü …

(Cap deTurc, New Haven, August 2009)




Organizeymis

Gunleri her bir sayfada

Cizgilerle bolunmus, gri!

Ivir zivirla dolmada.

Birbirine denk her saati…

Bir yil boyunca burada

Bezgin gunlerin hakimi,

Saltanatinin sonunda,

Degeri yok onun da

Senin gibi , benim gibi.

Dunu belliydi , yarini belli!

Olcup bicmis gencligi

Yargilamakta her sayfa.

Kabarmis arasindaki notlarla

Belli ki memnun halinden,

Pembe kalem gidiklarken.

Cikti cantadan yavacsa

Oturdu dizlerine yeniden

En sevdigi sevgilisi

Akademik ajanda




(Cabeza, Princeton NJ, October 2006)



Tuesday, June 16, 2009

ARANIYORUM


Buraya bir profil resmimi koyamadim. Ama israrlara dayanamayarak kendi esgalimi belirledim. Birisine benzedi cikaramadim. Beni andiriyor ama tam da degil sanki... Bahadirin ve ozlemin cocuguna benzedi bu galiba...

Monday, June 8, 2009

Evaluation!

Soooo many great things happened in the last 10 days.

1) I went to Arizona: Such a trip! So intense! Amazingly weird place! I had my first Ice-Skating experience ever. I never fell off! After two hours I was perfectly able to skate smoothly! Great success!!

2) I went to Washington DC: I gave a presentation at the IMF building for the World Bank people. Such a stress and experience! I stayed in a very nice Hotel and explored DC. Beautiful city. I spent hours in the Smithsonian museum. I sang country songs with random people in a Karoeke bar! Great place! I even liked it somehow more than our own old and filthy New York.

3) Beduk came here yay!, and stayed a few days. We went to New York, we went to hiking, we went to shopping... we ate a lot! We talked a lot! It was great and he just left!

4) I solved my contract and job issues temporarily (may be for a year at least) . I had a three hours meeting with the boss. It went great!

Conclusion: It seems like 30's are not bad at all!

Weeelll, not everything is that rosy! I just discovered that I am officially "deserted from the military service" and while I am typing these lines, I am also typing my defense in the other tab! (no, I don't want to get arrested in the Istanbul Airport and spend the night in the " karakol"!)

Updated conclusion: Wait and see! You have seen nothing yet!

Saturday, May 23, 2009

30 lara geldik!

Hoy es el cumple 30!
Today I became 30!
Ich bin 30 jahre alt , ja jaa!


All day celebration, first in New York and then later at night in New Haven. Then I will listen New Age at home, he he...

See you later, alligator
Fins dema,
Hasta luego,
Tschus! Auf wiedersehn!

Tuesday, May 19, 2009

dertli gonullere giren iki sarki da benden...

Bugun iki sarki dinledim... Soyle eskilerden, hem mutlu edecek, hem ritm olsun hem sosyolojik icerik olsun dedim. Gaza getirsin, ayaga kalkayim dedim... Sonra da Mayis ayinin gec gelen bahar gunune uysun disarda cicekler acsin, basina kuslar konsun, icinde supermarket olsun dedim... Sonra da ben kalender mesrebim aslinda dedim... Ucuz bisi olsun dedim. Youtube'un tunellerinden PULP'i buldum cikardim.

Ilk once "Like a Friend" i dinledim. Ardindan da ayni grubun meshuur dondurmacisi "Common People"'i dinledim. Her ikisi de beni gaza getirdi, ayaga kaldirdi, mutlu etti, ritm verdi sosyolojik icerikleri uzerine dusundurdu...vs. oturttu bana bu satirlari yazdirdi... Ben de dertli gonullere giren arkadasiminkine benzer muzik icerikli bir posta koyayim dedim...

Ne yazik ki tembel ruhum gidip resim yukle, kaset koy bloguna girince otsun, calmaya baslasin gibi aksiyonlara useniyor... Tasarim icin baska kapiya diyoruz... Amma, amme hizmeti olsun diye sozleri dokuyorum onunuze... (Dokmeseydin icerdik degil mi?) Hadi bir de link koyayim kafasina...Youtube tunellerine girebilen girsin, giremeyen de Tandogan'da eylem yapsin isterse :)


"Like a Friend"-PULP

Don't bother saying you're sorry
Why don't you come in
Smoke all my cigarettes again
Every time I get no further
How long has it been?
Come on in now, wipe your feet on my dreams
You take up my time
Like some cheap magazine
When I could have been learning something
Oh well, you know what I mean, oh
I've done this before
And I will do it again

Come on and kill me baby
While you smile like a friend
Oh and I'll come running
Just to do it again
You are the last drink I never should have drunk

You are the body hidden in the trunk
You are the habit I can't seem to kick
You are my secrets on the front page every week
You are the car I never should have bought
You are the dream I never should have caught
You are the cut that makes me hide my face
You are the party that makes me feel my age

Like a car crash I can see but I just can't avoid
Like a plane I've been told I never should board
Like a film that's so bad but I've got to stay till the end
Let me tell you now: it's lucky for you that we're friends.


" COMMON PEOPLE" -PULP

She came from Greece she had a thirst for knowledge
She studied sculpture at Saint Martin's College, that's where I caught her eye.
She told me that her Dad was loaded
I said in that case I'll have a rum and coke-cola.
She said fine and in thirty seconds time she said, I want to live like common people
I want to do whatever common people do, I want to sleep with common people
I want to sleep with common people like you.
Well what else could I do - I said I'll see what I can do.
I took her to a supermarket
I don't know why but I had to start it somewhere, so it started there.
I said pretend you've got no money, she just laughed and said oh you're so funny.
I said yeah? Well I can't see anyone else smiling in here.
Are you sure you want to live like common people
You want to see whatever common people see
You want to sleep with common people,
you want to sleep with common people like me.
But she didn't understand, she just smiled and held my hand.
Rent a flat above a shop, cut your hair and get a job.
Smoke some fags and play some pool, pretend you never went to school.
But still you'll never get it right
'cos when you're laid in bed at night watching roaches climb the wall
If you call your Dad he could stop it all.
You'll never live like common people
You'll never do what common people do
You'll never fail like common people
You'll never watch your life slide out of view, and dance and drink and screw
Because there's nothing else to do.
Sing along with the common people, sing along and it might just get you thru'
Laugh along with the common people
Laugh along even though they're laughing at you and the stupid things that you do.
Because you think that poor is cool.
I want to live with common people, I want to live with common people [etc..]



*** NOT: Bu sarkidan cikarttigimiz ders: "Yunanistan'dan gelip baba parasiynan bize artistik yapma" mi oldu simdi?

Thursday, May 14, 2009

I believe in Science!


They should have taken the sample from UPF's cafeteria...

Sunday, May 3, 2009

SURADAN BURADAN

Assagidaki yaziyi bu gordugunuz tarihte yazip "draft" olarak koymusum buraya. Oyle icime sinmeyenleri draftlayip arsivliyorum. Ben de bir draft enflasyonu var bu yuzden. Mesela bu hafta ozgecmisimi guncelledim soylemesi ayip. 10 tane makale "draft" seklinde bekler bir tanesi yayinlanmamis henuz. Bunun da psikoanalizine deginecegim bir gun.

Bari blogumdaki draftlari yayinlayayim icim rahatlasin dedim: Publish or Perish!

---------------------

1) Ermeni sorunu, Tarihle barismak...

Bu konu konusuluyor orada burada Turkiye'de, ozellikle su haftalarda...

Ben de iki cent'lik katkida bulunmak istiyorum burada: Bu Amerikan psikolojisi. Turkiye'de yasayan herkes az cok dizi ve filmlerden bilir bunu. Amerikalilara gore bugunku tuhaf tavirlarimizin butun sebebi kucukken basimizdan gecen travmalardir. Buna gordugum, tanidigim cogu Amerika'li (Birlesik Devletlerinde buyumus insanlar) degisen dereceyle inanir bir sekilde. Inanmayanlar da bu muamelenin ta kendisine maruz kalir: "Sen inanmiyorsun cunku kucukken senin inancini sarsmislar, herseye guvensiz hale getirmisler". Yine soylemesi ayip, ben herseyin boyle olduguna inanan bir kiz arkadasa da sahip oldum (oyle degil, kiz arkadasim "oldu" anlaminda sahip olmak!). Ben bir yemegi sevmiyorum, hoop cocukluguma donuyoruz. Bir suru cocukluk hikayesi de uydurmak zorunda kalabiliyor insan. Aksama su yemegi yemesek. Sevmiyorum. Neden sevmiyorsun? Cocuklugumda bana zorla yedirmislerdi.. Kimler? Iyi saatte olsunlar.... Her neyse bu dusunceye gonulden bagli ve bu sekilde sorgulayan arkadaslara da sahip oldum (tekrar etmiyorum)... Ama tanidigim Hintli, Cinli veya Ispanyol boyle demez nedense. Cin'de dogan biri zaten bir alay cocukluk travmasina sahiptir. Hemen bir ornek geldi aklima. LOST dizisi. Dizinin tamami bunun ustune kurulmus neredeyse. Kac yuz defa "flashback"lerle geriye donup Jack'in cocuklugunu, Sawyer'in sevgilisinin cocuklugunu... gorup durduk... Her attiklari adimin arkasinda bir cocukluk travmasi var dizisi oldu. O halde cocuklar cevirsin diziyi madem. 23 Nisan da yaklasiyor. Ne olacak bakalim.

Simdi konuya donelim. Bence Ermeni diyasporasina bu acidan bakmak lazim. Acaip hafiza travma merakli bir toplumda buyuyen Ermeni diyasporasinin iyice Amerikali olmus bilmem kacinci kusagi... Hep beraber "COLD Case" dizisi tadinda takiliyorlar... Hafife almak istemem meseleyi... Kimsenin acisina derdine duyarsiz olmak da istemem... Ama isin bu toplum-psikilojisi durumu var ki anlamak zor geliyor... Dizilerin de en sevdigimiz dakikalari o flashbackler degil bence. Peki cocukluk travmalari onemsiz mi? Onemli belki de, ben ortaokul ve lisedeki aliskanliklar, kaygilar, dertlerin bir cogunu bugunlere surukledigimi tahmin ediyorum. Barisamadigim seyler var... Amaaan hatirlamiyorum bile dedigim kaygim daha cok. Biz unutmak ve unutturmak isteriz... Ben de isterim. Unutur ferahlariz... iyiyi hatirlariz...

Bu konuda bu kadar dusundum simdilik...

Yeni Filmler : Bu hafta yine uc film birden oldu.
Numero 1) State in Play : Ben Affleck ve Rachel Mc Adams. Son 15 dakikaya gerek yoktu bence. Bir filmde 20 adet twist olmasin kabak tadi veriyor. Kotu adam bu muydu, su muydu, acaba bunun icin mi yapti diye, her gizem ve surpriz de sasirarak ilerliyorsaniz bir filmde bir yerde durmayi bilmek gerek... Alisiyorsunuz. Sonunda bir yerde cok kabak gibi cozuluveriyor. Yahu bu kadar donduk dolastik, onca seyi anlayamadik surprizlere sasirdik.Boyle mi olacakti sonu cok salakmis deyip cikiyorsunuz... Spoilerr! Neyse eglendim yarim kilo da tereyagli patlamis misir yedim diyerek de cikabiliyorsunuz.

2) The Wind Blows Round (Il Vento Fa il Suo Giro):
Simdi soylesen hayir derler.. Siz Katalanlar da biraz boylesiniz ozellikle koylerde... Benim Pirene daglarina, yuzlerce (abartmiyorum, her sokagini tasini ezberledigim) defa gitttigim Alforja Koyune, 10 gun kaldigim Bask bolgesinde Vall de Ajos' a goturdu ve geri getirdi bu film. Tek bir farkla: filmdeki kimseye sempati duyamadim, empati kuramadim, patik giymedim. Bu kadar guzel manzaralar ancak bu kadar daraltabilir insani...Neymis? Dag tas degilmis onemli olan insan insan olsun. Film boyunca Yakup Kadri'nin Yaban romanini da dusunmedim degil. Bu arada hayatimda ilk defa Occitanca (Romanisch) dilinde bir film izledim ve yuzde 70 anladim. Neyse tam rakam vermeyeyim ama cogunu anladim. Simdi dunyada bir kac bin kisi kalmis Occitanca konusan. Yok olacak dillerden biri. Ben konusmuyorum sadece biraz anliyorum... Ben bu bir kac bin kisiye de eger bu filmdeki gibilerse gercekten temiz bir dayak atma taraftariyim...Zor degil.

Desem ki Katalan koyleri de bir parca boyle.. yabanciysaniz dusmanlari olursunuz kisa surede diye... Alinirlar... Yok yok ama bir parca boyleler... hatta kisa sacli koylu kadinindan her koyde var bir tane...

Bu gun yazdiklarim acaip millet ve milliyetlerden acaip bir dille bahsetmis. Surc-i lisan ettiysek affola... olacak o kadar, bir manzara koyayim o zaman buraya...

Son olarak:
Genc aktorleri atrisleri tanimiyorum. Orta okulda da ust siniflari biliriz sonra gelenleri bilmez ogrenmeyiz. Oyle alakamiz olan uc bes kisiyi daha sonraki yillarda ogreniriz. Bizim zamanimizda Julia Roberts, Nicole Kidman, Bravehart, Kevin Costner vardi .... hepsi yaslandi mi? yasli mi bunlar? bak bak endama bak Julia Roberts'deki... kimse de yok... Lindsay Lahana da kimmis...

Haydi iyi geceler sizlere...

Saturday, April 18, 2009

Final Exams in the Spring Term.

Cap de turc took the following Facebook quizzes:

  1. Which Classic novel are you?
  2. Which Shakespeare Character are you?
  3. What should your name be?
  4. Which Country should you be living?
  5. Which City in the World should you be living?
  6. Which neighborhood in Barcelona should you be living?
  7. How many kids will you have?
  8. Which LOST character are you?
Cap de turc also took some Spanish version of the same quizzes above but he ignored the following ones:

  • Which metro-stop are you in Mexico City?
  • What Norse God or Goddess are you?
  • If you were a dog , what dog would you be? (I saw a friend or mine who is proud of being a Doberman!!!)
  • Homosexuality percentage (in Spanish, it tells you what percent of you fancies your own sex)
What? The answers of the quizzes? Stay with me! The results will be coming soon.

Saturday, February 14, 2009

Espanol/Turco

El Turco debe ser un idioma bastante divertido para espanol parlantes... Por que? Porque es un idioma donde:
  1. "RANA" es un nombre de una chica.
  2. "KARAKOL" significa un comisaria.
  3. "KONYA" es un nombre de una ciudad y "BATMAN" tambien (Mira el post de abajo)
Segurmente hay mas cosas... Pero imaginate que te vas a un KARAKOL con tu novia, RANA, en KONYA!

Saturday, February 7, 2009

Baakkal amca! e ne duruyorsun?

Az once internetten yemek tarifi bloglarina girdim. Bir un helvasi tarifi alip basariyla modifiye ettim. Seker miktarini azaltip yerine hicbir tarifte olmayan bogurtlen receli koyup pisirdim. Saniyorum hayatimda yedigim en guzel un helvasi oldu... Sahane oldu! Adini da degistireyim dedim: Cabeza helvasi olsun dedim; sari kedim, siyah kedim, beyaz kedim...

Thursday, February 5, 2009

Estudio Comparativa de Divas: El caso de Espana y Turquia

Debo confesar que me gustan estas divas: Lola Flores y Muzeyyen Senar. Me gustan esta musica con mucha drama y actitud... y ahora ya que estoy en EEUU, no tengo verguenza de decirlo.. Hasta me gusta Isabel Pantoja, Rocio Jurado, Camilo Sesto, Concha Piquer, Carlos Cano... Y sus equivalentes en Turquia... Todavia me gusta ver videoclips de Emel Sayin, escuhcar Zeki Muren (Zeki Muren puede equivalerse como Camilo Sesto pero con mucha mas pluma). Creo que si hay un equivalente de Lola Flores en la musica tradicional turca (bueno no tan tradicional ... es como copla) , eso debe ser Muzeyyen Senar.

Por que?

- Porque son contemporaneos: Muzeyyen Senar nacio 1919, Lola Flores 1923
- Las dos estan conocidos por sus temperamentos en la escena.
- Las dos empezaron a cantar a un edad muy muy joven y cantaron hasta que cantar ya no era posible.
- Tuvieron hijas conocidas y hicieron canciones para sus hijas y cantaron con ellas.
- Hicieron unas peliculas en blanco y negro (y de color tambien).


En realidad las dos ya habian perdido sus voces hace mucho tiempo pero seguieron cantar y eso nos daba igual... Por que? Porque no entiendeees...!!! Es que son grandees! Espana sin Lola, Turquia sin Muzeyyen Senar no pueden ser. Son antiguas y son divas. Y punto! Y aunque ya malcantaban cuando empezaron a cantar la gente gritaba y bailaba igual.

Bueno menos hablar mas accion; os pongo dos videoclips. Uno de cada una:
*Primero Lola Flores en un videoclip de 1995 con 72 anos.
*Abajo Muzeyyen Senar en un videoclip de 1996 con 77 anos.

Vosotros mismo! Me gustan las dos y llevo eschudandolas todo el dia...Viva youtube!

PD: Lola Esta muerto pero Muzeyyen Senar esta todavia viva.. Aunque hace unos 6 meses ya ha perdido su voz entera (que no puede ni hablar). Y este ano cumple su 90.



Monday, January 26, 2009

Neden Turk Insanini Seviyorum?

"İngiliz pilotlar ‘uzaylılara' ateş açmış"

Aynur TATTERSALL/ LONDRA, (DHA) İNGİLİZ Savunma Bakanlığı'na bağlı ‘UFO masasında' 3 yıl görev yapan Nick Pop, Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotlarının UFO'lara ateş açtığını fakat düşüremediklerini açıkladı.
Sun gazetesine konuşan Nick Pop, Krallığa bağlı Hava Kuvvetleri pilotlarının (RAF) değişik zamanlarda defalarca UFO'lara ateş açtığını ancak bugüne kadar yere indirmeyi başaramadıklarını iddia etti. Konuyu ilk defa basına yansıtan Savunma Bakanlığı'ndan emekli Pop, bunun sık yapılan düzenli tatbikat olmadığını, hava sahasında tehdit oluşturan bir cismin varlığının tespitinde RAF pilotları tarafından otomatik olarak cisimlerin hedef alındığını belirtti. RAF jetlerinin son yıllarda defalarca UFO'ların varlığına şahit olduğunu söyleyen Savunma Bakanlığı yetkilisi, pilotların hazırladığı raporların gizli tutulduğunu, bakanlık içinde UFO'ları vurmak için geliştirilmiş silahlar üretildiğini belirtti.
Pop, toplumda hala zaman zaman alay konusu olmasına rağmen milletvkillerinden, Savunma Bakanlığı yetkilerine kadar birçok kişinin UFO'ların varlığına inandığını anlatırken “Birgün inanıyorum ki pilotlarımız bir tanesini vurmayı başaracak. Yeni geliştirilmiş silahlarla bunu başaracağız” diye konuştu

Bu haber bugunku milliyet gazetesinde cikti. Alta yazilan her uc yorumdan bir tanesi: "Manyak misin kardesim sana ne yapti da vuracaksin ufo'lari...? Ordek mi avliyorsun... once bir konusmayi denesene , yahu birak gezinsinler ne olacak yedi mi senin gokyuzunu ...vesaire vesaire" seklindeydi. Bunlari gorup memleketimin ufo'lara karsi anlayisi gozlerimi yasartti... Bu kadar farkliliklari hosgoren bir millet oldugumuzu gormek mutlu etti. Bu haberi okudugum bilimum yabancidan (Amerikali, Finlandiyali, Alman, Ingiliz, Hintli...) hic biri boyle tepki vermedi. Kalktilar; "vuramazlar, vururlar, gercek degil, Ingiltere ciddi bir ulke .." seklinde sacma sapan yorumlar dinledim. Kimse "UFO'lara yazik ama" demedi. Birlesmis Milletlere olan inancim sarsildi. Yine de icimde fesat dusunceler.... Acaba simdi ufo'lar bize yamuk yaparsa uzerinden 5-10 yil gecerse, ufolarin tarihte bize yaptigi yamukluklar yuzunden bunlarin hepsini bir guzel temizlemek lazim demeye baslar miyiz? Bir atista "4unu birden dusurecen bunlarin" falan deyip boburlenir miyiz? Biz dostuz diyen ufo'lar da bir Ingiliz oyunu cevirirlerse ne olucak? Hosgoru bitecek mi? Bitecek malesef... Domuzluk etmesin onlar da... Adam gibi olsunlar... Gercekten, ironi mironi yok... ulkemin sefkatini ozledim: bana, kendi insanina, tum insanliga...

PS: Yaklasik bir 30 saattir calismaktayim. Beynim durdu, yoruldu, marul gibi oldu artik boyle seyler uretiyor... Eve gidip patlamis misir esliginde Mars Attacks filmini izlemek istiyorum tam su dakikada.

Sunday, January 18, 2009

bi lokma bi-log

Uzun zaman oldu, donmedim buraya. Saniyorum blog'larin kaderi bu. Biz nasil yaslaniyorsak blog'larin da basina bu geliyor: insanin hevesi bitince bitiyor. Zaten aylak adam isi blog. Veya cok caliskan 20 isi birden yapan adam isi. Ortalama adam blog'da dikis tutturamaz gibi geliyor. Bekar adam isi hic degil. Aile ici is bolumu olsa: "Hanim sen yemek yap ben de blog yapayim, sonra ben odun getireyim sen de blog yaz" denebilse o zaman surdurulur gider... Biri mutfak isi; digeri temizlik isi yapar; aralarinda da utu ve blog isini de paylasirlar. Ders calismak, namaz kilmak, spor yapmak, blog yazmak... Bunlar acaip sureklilik, disiplin, irade isteyen isler... ya uzak duracaksin ya da bir ayagi aksayarak gidecek isler...
Yasaninca insanlarin hayatlari rutinlesiyor. Hergun belli saatte belli isler yapiyor insanlar.. "10'da kahvaltiyi yapar sooyle bir kahveyi dolanirim." diyen emeklilerin isi... Hem anlatacak cok seyleri de olur onlarin. Simdi anlatma degil de yasama zamani sanki.
Haa bir de, Youtube yasagi altinda yapilacak is de degil. Bir yani eksik kaliyor...